Özne aslında kim?

Küçük çaplıda olsa beşeriyetin gündelik hayatında siyaset kavramı her daim yerini korumuştur. Siyaset aslında, konuşma anlatma kavramlarının iradesel tanımıdır. İnsan, sonuçta ortaya bir irade koyup ve bu iradesel davranışın erdem kavramı ile olan bağıntısının tezahüründe gizlidir.

Buradaki teknik kavramların irdelenmesi için başta, gündelik magazinsel konuların içeriğinin kıymeti, diğer yönüyle konuşma kültürünün, üslup yönü itibariyle değeri ve erdem kavramından birey bazlı kimin ne anladığı galiba önemli gözükmektedir. Çünkü sözün değerine yönelik her atılım, üslup tenceresinde kaynamaktadır.

Beşeriyet ne yazık ki konuşma kavramına yönelik bir atılımdan ziyade, kaçak dövüşmenin girdabından çıkmışta değil. Birey temelinde konuşma kültüründen uzaklaşan insanlar, çirkin bir rekabetin kıskacında sıkışmış, üslubun kıymetine dair bir kişisel gelişim gerçekleştirememiştir. Tabi bu ifadenin çünküsüne dair birkaç veriyi de gözlem metodu ile ortaya çıkarmaktan da geri durmamıştır.

Olay mahalini terk etmek gibi bir alışkanlık ile durumun sorumluluğunu yüklenmek istemeyip, ne yazık ki yetkininde kendisinde olmasını istemesi bu yüzyılın alışkanlıkları arasında yerini edinmiş gözükmekte. Çok karamsar bir tablo değil, aslında bu, tamamen insanın ve insanlığın fıtratına dair bir gerçek olsa gerek. Ve bu gerçek, anlatmaktan ve anlaşılmama korkusunun bir ifadesidir. Diğer yönüyle de sorumluluk alan ve yetki sahibi olan yetişmiş beyinlere yönelikte, en basit anlamıyla bir dışlama siyaseti geliştirmiş olması, kitle psikolojisinin etkisinde kalmışlığın göstergesi ya da olanın kendisinde olmamasına yönelik tepkisel davranış biçimi olması bilinen bir gerçek gibi durmakta.

Bu yüzyıl…

Bu yüzyılda ve bu yüzyılın kendisine dair bir yakıştırma yapmadan önce, galiba insanların en çok korktuğu şey öğrenmek olsa gerek. Bilginin, öğrenilen bir veri olduğuna dair bir şeyler söylemeyi de yerli yerinde bulduğumu söylemem doğru olmaz. Çünkü bilgi, öğrenilen bir şey olsaydı, şimdiye kadar bir şeylerin yolunda gitmesi ve yapılan hesabın tutması gerekmez miydi? Evdeki hesap pazara hiçbir vakit uymadı.

Bilgi öğrenilen bir veri olmaktan ziyade özümsenmesi gereken bir nitelik ve nicelik gibi durmakta… Çünküsü şu, bu cümleye dair. Özümsemek, teorinin yanında pratik ister, tecrübe denilen yaşanmışlığın gölgesinde barınmak ve beraberinde barındığı yerin tarihi, coğrafi anlamda kültürel bağından kopmadan ilerleme halinin mevcut durumuna bir şahitlik gerektirmektedir. Bu şahitlik elbette dünyanın ve yaşanmışlığın şahitliği olsa gerek. Ve bu anlamda rahat, endişesiz ve tekdüze günler hiçbir vakitte başarıya ev sahipliği yapmamıştır ve yapmayacaktır.

Düşünmek, beynin her daim üretim halinde olması durumudur. Dilencilerin arasında yer yön belirlemekten uzakta bir kavram. Bulunduğunuz ortamın insanı ve insanlığını nereye götüreceğini kestirememekte zor olmasa gerek bu yüzyılda…

Öznenin aslında kim olduğuna dair attığım başlıkta benmerkezci bir başlığın yüklenici firması sonuçta insan ve beşeriyet… Ve son olarak, şöyle çevrenize bir bakın, kim ne ile uğraşıyor. Ve kim neyi dert ediniyor. Ve uzak olanla yakın olan arasında kuşuçumu uzaklık ne kadar?

Olay mahallinden uzakta bir arayış, olay mahalli olan kendisinden, neyi nerede kaybettiğini aramakla olan meşguliyetinden uzakta, nesnelerin varlığında anlam aramakta, sonuçta beyhude bir arayıştan öteye geçmeyecektir. Galiba bu asrın bilmecesi de bu.

Sağlıcakla kalın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Topuz Arşivi