Mülkiyet Durumu…

Günün sonunda mesele döndü dolaştı; yine mirasa geldi. Ve arkasından kim ne götürdü; cümlesine eşlik eden süreçte, hak hukuk durumunu da bir kenara not etmekten de geri kalmadı.

Miras dendiğinde sadece akla maddi niteliği olan daha açık bir ifadeyle mal mülk sahibi olma gibi bir durum akla gelebilir. İlk akla gelenin de bu yönlü bir düşünce olması, sistemin çarkları içerisinde doğal karşılanması da gayet normal gibi durmakta. Konu tamamen bu mu? Elbette hayır.

Miras kavramına dair bir pencere açacak olursak; bu konu da size birkaç saç ayağı oluşturabilir ve düşüncenin akışını bir yönlü değiştirmeden konuyu ilerletebiliriz. Düşüncenin akışını değiştirmek gibi bir derdim yok. Olması da sonuçta herkesin öznel yorumu olduğu gerçeğini de değiştirmeyecektir.

Mülkiyet kavramına dair; mirası bırakan ve bırakılan arasındaki bağ kadar, insanlığın var olduğu günden bu yana olan durumu, ayrıca özel mülkiyet anlayışının geliştiği dönemleri de dikkate almak gerekecek gibi durmakta. Özel mülkiyet anlayışı galiba, bak burası bana ait ve ait olmasından kaynaklı, değerli ifadesinin şekilsel ifade tarzıydı.

Ve burada ki konunun aslında kapitalizm sisteminin çarklarına dair bir mevzu olduğu gerçeğini de anlamışınızdır. Sistemin yetiştirdiği zihniyetlerin yıllar sonra daha çok kazanma ve yer edinme anlayışına yönelik olduğu gerçeğini de böylece paylaşmış olalım.

Mesele çözülür gibi durmuyor diye cümleye devam ediyordu; çözülür de işte miras meselesinden kaynaklı bir takım problem yaşadığı gerçeğini her fırsatta dile getirmekten geri durmuyordu.

Bir dönemin filmi…

Bütün bu konu… Çünkü insan ömür denilen kısımda dünyanın var olduğu günden bu yana dünya hep miras kalmıştır insanlığa. Gerçek sahibini de beşeriyet bazlı bulmuşta gözükmemektedir.

Neyse bir köy yerinde ilerlemeye başlayan araç mirasa konu olan yerin jeomorfolojik, jeolojik ve sosyolojik yönüne dair bilimsel konuşmalardan uzak, köyün havasını soluma derdinde olmak gibi bir duruma evirilip, yerin güzelliklerine dair konular konuşulmaya başladı.

Yolun hemen yanı başında bir bakkal dükkânının tarihe tanıklık etmiş gibi bir hali vardı… Birkaç kerpiç ev ve üstü toprak, tahtadan pencereler, kapının yanı başına sonradan dökülmüş bir beton… Sırıtıyordu… Buraya ait olmadığını kabul eder gibi… Ve kapı önünde sürülmüş küçük bir yer… Çiçek tohumları yağmurun etkisiyle yeşereceği umuduyla ekilmiş olsa gerek… Ki umut bir beklentinin ürünü müydü? Yarının ne olacağını bilmeden…

… Ve köyün yaşlılarının bakkal önünde bir tabure de bir bardak çay ve eskiye dair ve ekinlerin durumu hakkında konuşmalarına şahitlik eden birkaç genç…

Bir bardak çay, ağız tadıyla içiliyorsa ve herkesin derdinin kendine yettiğini de düşünürsek, bütün mesele kanaatkâr olup, bir sofranın başında aynı tasa ekmek banmaktı. Gününü fotoğraf paylaşma derdiyle, yediği bir lokma ekmeğin sosyal medya da beğeniye davet çıkarma telaşında olanlar köylerden şehre olan yolculuklarını unutmuş olabilir miydi? Unutmakta sonuçta insana has bir durum.

Sonuçta mesele de hala yerinde durmaya devam ediyordu.

Sağlıcakla kalın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Topuz Arşivi